HELAL LOKMA.
Bir "Kıssa" anlatayım size, "Hisse" almak isteyenlere.
Zamanın birinde bir "Şeyh Efendi "varmış. İlim, amel, ihlâs üçgeninde yaşayan, takva ehlinden bir zat. Bir de güzeller güzeli kızı varmış. Tek arzusu, onu emin ellere teslim etmekmiş. İslâm'ın güzel ölçülerinden kıl payı şaşmayacak, "İlim, amel, ihlâs" sahibi, takva ehlinden bir genç aramaya başlamış. Nihayet kendi talebeleri içinden aradığı vasıflara haiz ve yıllarca elinde yetişmiş bir talebesinde karar kılmış. - Oğlum, benim ........vasıflarda güzel bir kızım var. Evlilik çağına da geldi. Seni uzun zamandır gözlüyorum. Kızımı sana zevce olarak vermek istiyorum. Ne dersin ? Delikanlı kızarmış, bozarmış, başını önüne eğmiş ve kısık bir sesle,
- Aman Hocam, Beni ihya ettiniz. Ne var ki ben fakir bir talebeyim. Sizin kızınıza ben ne verebilirim ki? Yaşlı zat,
-Bunları düşünme. Ben ikinizin de babasıyım. Allah rızka kefildir. Önemli olan İslâm'ı yaşamaktır. Israr ediyorum, ne dersin. Neyse uzatmayalım, neticede iki genç evlenmişler... Faat genç gelin günden güne sararıp, soluyor. Eriyip bitiyor. Kimseciklere de bir şeyler söyleyemiyormuş. Tabii bu durum annenin ve babanın gözünden kaçmıyor. Aralarında istişare ediyorlar, boşa koyuyorlar dolmuyor- doluya koyuyorlar almıyor, nihayet kızlarından gerçeği öğrenmek istiyorlar. Kız mahçup, utanıyor... Haya sahibi bir kız. Çünkü öyle yetiştirilmiş........
Günler günleri kovalıyor. Genç kız, 35 günlük gelin. Hala üzgün, hala düşünceli hala sararıp solmakta. Baba endişeyle hanımını çağırıyor. Hele bir git hatun! “Şu kızla konuş. Biz bir yerlerde hata ettik galiba”. diyor. Anne gidiyor. Kızı bitkin, sıkılgan, cevap veremiyor. Anne kızım bari derdini bana söyleyemiyorsan bir yere "YAZ!" diyerek geri dönüyor.
Kız derdini yazıyor. "Anneciğim, ben ne çirkin, ne uğursuz, ne kademsiz bir kızım ki, evliliğim 35 günü tamamladığım halde sevgili Efendim henüz benim elimi bile tutmamıştır. İşte benim derdim budur." Mektup anne ve babanın eline geçtiğinde bir şimşektir yanıyor "Baba" nın yüreğinde.
-Ah Hatun! ben ne yaptım. Bunlar gönül işidir... Ferman işlemez. Ben bunu neden hesap edemedim. Varıp gideyim, kızı geri isteyeyim diyor. Damat sa gayet neşeli. Saygıyla el-etek öpüyor. Hatır soruyor kemal-i edeple. Yaşlı zat şaşkın. Olanlara anlam verememenin sıkıntısıyla birden kükrüyor.
-Kızımı geri ver Damat. Benim bir hatam ikinizi de perişan etti. Kızımı boşa. Gönlünün seveceği, sevgiyle başını göğsüne yaslayacağı bir başka kız al. Sana haksızlık ettim, hakkın da bana helal et! Durumu anlayan İlim, amel, ihlâs üçgeninden kıl payı şaşmayan takva ehli damat anlatıyor.

-Kıymetli babacığım. Gönlümün sultanı olan sevgili zevcemin değerli babası. Anladım ki aile hayatımızın bazı mahremiyeti size intikal etmiş. Oysa "Vuslat'a sadece beş gün kalmıştı" Baba daha da meraklanarak, Oğlum şu işi bana anlayacağım bir lisanla anlatıver hele. Sen neden bahsedersin Allah aşkına...

-Babacığım, Sizin nadide çiçeğiniz benim başımın tacıdır. Ne var ki genç bir kızdır. Eminim ki sizin evinizde boğazından tek bir "Haram ve ya şüpheli taam geçmemiştir. Fakat, ya misafir gittiği evlerden birinde midesine böyle bir lokma gittiyse. Düşündüm ki mideye inen bir "Haram veya şüpheli lokma" bedeni ancak kırk günde terk eder. O insan o zaman içinde ne NAMAZ kılmak ister, ne de ibadet etmek. Bunları ben sizden öğrendim değerli hocam. İşte istedim ki bu izdivaçtan Rabbim bize bir evlat verecekse, o masum tamamen şüpheli şeylerden arınmış bir "Anne bedeninde can bulsun" Fiillerim, işte sadece bu maksada dayanıyordu. Beni affedin hocam.

Hoca efendi kıpkırmızı olmuştur ama ne kadar isabetli bir seçim yaptığına da şükrederek "Takva ehli" damadının alnından öperek hanımının yanına koşar.
-Hatun var bizim kızın yanına, ona söyle "Üzülmesin" . Beş gün sonra da efendisinin elini ayağın öpsün...
Hanım pek bir şey anlayamamış, lakin varıp haberi sevgili kızına iletmiş.
A.İlhan EZEL: